27 Nisan 2015 Pazartesi

GAMSIZLIK ÜZERİNE

Blog insanın kendi kendine konuşması gibi bir şey bence. En azından benim kullanma şeklim böyle. Bazen kendi kendime de konuşuyorum ne yalan söyleyeyim. Evde kedim Lokum'a insanlara dair hikayeler anlatırken buluyorum kendimi. O anlamayacağına göre aslında derdim kendimle. "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" durumu kısacası.

Bu aralar insanlar kendilerine verdikleri sözlere takmış durumdayım. Daha doğrusu yine benden yola çıkarak analiz ettiğimde görüyorum ki yaşadığımız her olay, tanıdığımız ve bir şekilde değer verdiğimiz her şey ve kişi bizi değiştiriyor. Bir şeyler alıyor ve yerine biz farkında olmadan bir şeyler bırakıyor.

Hayatımıza giren insanların tortuları çöküyor ruhumuza. Hayal kırıklıkları ile silip yeniden boyuyoruz dünyamızı. Eskisi kadar canlı renkler kullanamıyor olmamızın sebebi de bu. Hayal kırıklığı denilen meret renklerimizi solduruyor ve bir noktadan sonra istesek de o kadar berrak olamıyoruz. Söylediklerimizde, düşüncelerimizde ve duygularımızda...

Aslında ben o sonuncuda iyi durumdayım. Hayat ne kadar canımı yakmış olursa olsun duygularımın ilk zamanki kadar temiz olmasına büyük gayret gösteriyorum. Hayatımda çok az insan olmasının ve bu "az"lığı korumaya çalışmamın sebebi de bu. Ne kadar az insan o kadar az hayalkırıklığı...diyorum. Daha doğrusu sanıyorum. Oysa..

Oysa öyle mi? beklemekten yorulmak diye bir şey var. Bekleme odası yorgunluğu da diyebiliriz buna. Şu sıralar arada sırada hissettiğim ruh hali tam da bu. Bir şeyi beklemek, umut etmek, olacağına inanmak, hatta tüm dünya karşısında dururken bile o en düşük ihtimali bir madalya gibi göğsünde taşımak....o kadar yorucu ki.

"Aptal olma" diyorum işte bu zamanlarda kendime. Yaşamı ve insanları çok ciddiye alma. Bencil ol. Günün sonunda sana yine sen kalacaksın. Canın ne istiyorsa öyle olsun. Bırak...

ne mümkün?!

Bir keresinde twitter'a yazmıştım. Mümkünse umursamazlık ilacı icat edilsin diye. Yine söylüyorum. Bulun yahu şu ilacı. Kendinden başka kimseyi umursamayan, umursanmayı önemsemeyen, kahkahaları hiçbir insan tarafından bölünemeyen bir kadın olmak istiyorum....

o kadar da zor olmamalı...

10 Nisan 2015 Cuma

SEVGİLİM BANA "ARABA" ALSIN





Başlığı okuyup da "Pelin de sonunda delirdi ya da daha detaylı söyleyeyim; o da bu yolun yolcusu oldu" demeyin. Tabii ki dalga geçiyorum meseleyle...Aslına bakarsanız ağlacak halimize gülüyorum.

Şimdi bazıları "Sana alan olmamış kıskanıyorsun" diyecek. Valla doğru, ne alan oldu ne de almayı teklif eden. Çünkü ben  masraflarımın karşılanmasının bir başkasının "GÖREVİ" olduğunu düşünmedim, düşünemem.

Çocukluğumdan beri bana paradan bahsetmenin ayıp olduğu öğretildi. Kimin ne kadar parası var sorulmaz hatta merak bile edilemez, bir masada hesap geldiğinde mutlaka paya düşen ödenir, sevgiliniz, dostunuz, bazen iş arkadaşınız..kısacası o anı kimle paylaşıyorsanız cebinizdeki paranın yarısı da onlarındır. Çünkü hayat müşterektir...

Anneme kızıyorum bazen "kadınların görevleri şunlardır", "erkeklerin görevleri şunlardır" kalıplarını öğretmediği için zira günümüzde birçok sohbet masasında tam anlamıyla "fransız" kalıyorum. 

Bir de ne var biliyor musunuz? İnsan çabucak alışıyor. Normal" gelmeye başlıyor bu kadın-erkek arasındaki maddi görev dağılımı ve bir anda kendinizi eksik hissediyorsunuz. Beyninizde aşağıdaki sakil cümleleri uçuşurken yakalıyorsunuz.

* "Ulan benim neyim eksik?!"

* "Vay be bana bir çiçek(yüzük,tatil,telefon,araba, ev, galaksi...siz doldurun boşluğu) bile almamıştı. Şimdiki sevgilisini yaşatıyor"

* "O aslında benim param için yanımdaymış! Bak sen!"

* "Bundan sonra ilk iş adamın mesleğini soracağım! Arabası olmayanla da şuradan şuraya gitmem!"

gibi...trajikomik yani! Neyseki anlık gelip geçiyor bu kendini şaşırmalar.

Bazen programlarda da soruyorum "Peki ya aşk?" diye...Sahi öyle bir duygu vardı değil mi? Paraya, pula, yaşa, başa bakmayan insanı pat diye yakalayan. Hayatın en büyük mucizelerinden biri hani! 
Hatırlamış olmanızı umuyorum:) 

ve şimdilik son sözüm: Ben hâlâ aşka güveniyorum. Bir gün bir adamın gözlerine bakıp herşeyi unutup öylece kalakalmayı umuyorum...ve o an karşımdaki kişinin cebinde ne olduğunu düşünmeyeceğimden eminim. 






7 Nisan 2015 Salı

MAYIS PLANLARIM: CROSSFİT VE JUİ JİTSU








Malumunuz,  20 gün önce lazer lipoliz yaptırdım. Şu an bacaklarım ve göbeğim şiş...Yürüyüş dışında spor yapma şansım yok. Ancak size gelecek planlarımdan bahsetmek isterim. Efendim inşallah mayısa doğru ciddi ciddi CrossFit olayına girmek istiyorum. Birkaç kez denedim ve sevdim. Ben spor yaparken kendimi zorlamaktan hoşlanıyorum..Neyse, soluğu Ertan Balaban'in Ataşehir'deki crossfit salonunda alacağım. Hem crossfit yapacağım hem de Jiu Jitsu'ya niyetliyim.  Başlamadan önce hocam Ertan Balaban ile bir araya geldim ve bu iki spor hakkında bilgiler aldım. Buyurunuz efendim:) 





Balaban Jiu Jitsu takımını 2012'de bu sporu yaygınlaştırmak ve uluslararası müsabakalara sporcu yetiştirmek amacıyla kurdum. Balaban JiuJitsu'da antrenman yapmaya hazır herkes mindere davetlidir. Takımımızda 4 yaşında çocuklardan başlayan, her yaşta bay ve bayan sporcu bulunmaktadır.

* Brazilian JiuJitsu'nun en büyük özelliği vücudun her yerini çalıştırırken aynı zamanda satranç gibi oyun kurmanız gerekmesidir. Yani sadece bedeni değil beyni de aynı derecede çalıştırır. Bu da fazlasıyla mutluluk hormonu salgılamanız anlamına geliyor.  

* Crossfit'e gelince. Hem Levent hem Ataşehir'de iki salonumuz var. Son zamanlarda çok sık ismi duyulan bu spor kısa bir zaman diliminde bedeni maksimum derecede çalıştırmaya yönelik. Spor salonlarında saatlerini harcamaktan hoşlanmayanlar için ideal olduğu kesin. 

* Başlangıç için haftada 3 gün yapmak yeterli. Ama sonra 5 güne çıkabilirsiniz. Zaten zamanla fitness seviyeniz artacak. Güçleneceksiniz. 

* Üyelik sistemimiz 3-6 ay ya da 1 senelik oluyor. Şu an erkek ağırlıklı ama ben kadınların da hızla artacağını düşünüyorum. 






1 Nisan 2015 Çarşamba

SİZİN İÇİN 1O BİN BAKIMINA GİRDİM

Bilen biliyor, bilmeyenler öğrensin. Geçen hafta itibariyle TVEM'de magazin programına başladım. 08.00-10.00 arasında Tayyar Işıksaçan ve Erol Köse ile birlikte "Herşeyi Konuşalım" diyoruz.

Kısacası sabahları yine kargalarla kalkıyorum ve çooook mutluyum çünkü özlemişim! Hem de deli gibi!

HAZIRLIKLAR HEP SİZİN İÇİNDİ

    İnstagramda biri programı izleyince "anladık şimdi o hazırlıkların nedenini" yazmış. Güldüm. Evet, doğru tespit!

Malum bir ay içinde hem yağlarımı aldırdım hem botoks hem dolgu yaptırdım. Kısacası 10.000 bakımına girdim...Hepsi sizin karşınıza çıkacağım için yapıldı, sizlere güzel gözükmek çabasıydı efendim:)      


Assagidaki fotoda islem oncesi surulen uyusturucu kremi, doktorum Hande hanimi ve islemler sonrasi eve giderken ki halimi goreceksiniz..



MELEK ARKADAŞIM PERVİN DİNÇER
Gelelim hikayesine.
Efendim, bu sektörün bana kazandırdığı bir elin parmaklarını geçmeyen dost isimlerden biri PERVİN DİNÇERdir. Kalbinin güzelliği yüzüne yansımış bir kadından bahsediyorum. Bizi Emel Yıldırım tanıştırdı birkaç sene önce. O gün bugündür de görüşüyoruz. Botoks ve dolgumu onun Nişantaşı'ndaki kliniğinde yaptırdım. Doktorum Hande hanım alanında uzman bir isim. Hani bazı insanların elinde bir tat vardır, yemekleri ekstra lezzetli olur ya. Hande hanımın da estetik konusunda böyle bir özelliği var.
Ben dudak dolgusunu morartmadan, acıtmadan ve en önemlisi dışarıdan fark edilmeden yani insanı garip ördek benzeri bir hale getirmeden yapan başka birini tanımadım. Kısacası bu klinikte bir saat içinde siz farkında olmadan yüzünüzü yeniden yaratıp sizi en az 10 yıl gençleştiriyorlar. Üstelik de canınızı hiç yakmadan. Kısacası size tavsiyemdir. Google'a Pervin Dinçer yazınız ve randevunuzu alınız efendim:)